31 Ocak 2012 Salı

Bindokuzyüzyetmiş














Dolabın en naftalinli yerinde unutulmuş
bir hırkanın hüznü var bu gece.
Cevabını hiç kimsenin merak etmediği
bir bilmece gibi işte...
Vapurlar geçiyor beynimden.
Koca bir çekiç beni yer yüzüne çakıyor
doğduğum günden beri
mezarıma çakılıyorum.
Şarkıcısını bir türlü anımsayamadığın bir şarkı olup
aklına takılıyorum.
Dilinin ucundayım.
Elinde avucunda.
Bindokuzyüzyetmiş kokan bir sandığın dibindeyim,
bir dokunsan yüzüm yetmiş yerinden pare...

28 Ocak 2012 Cumartesi

Üşüyorum Marla

Sudaki yosun kokusu Marla...
Yutunca genizden gelir hani.
Çürümüş pamuklarla kaplı
bir prensesi eli.
Ziyafet masasında yatan
genç bir erkek cesedi.
Kapat lâmbayı Marla...
Beni kimse görmemeli.
Ölmeli meselâ bâzen.
Düzenli olarak hem de,
şöyle doyasıya ölmeli.
Kendi cesedimizin etini dişlemeliyiz.
Tırnaklarımızı kara tahtaya sürtmeli.
Dişlerimizi gıcırdatıp
düşlerimizi becermeli.
Bir şeftalinin tüylerine sakla beni Marla...
Silgilerle yazılar yazıp
kalemlerle silmeli.
Kim bu deli?
Kaç kişiyim ben?
Nasıl bomboş oluyor ki odam
böyle kalabalıkken?
Martılara simit atan o kadın ol Marla.
Ben de hiçbir martı tarafından yenmeyen bir
simit parçasının dışlanmışlık hissi.
Nedenleri bulup da mı sonuca gitmeli,
sonuca varınca mı nedenleri görmeli?
Kim giydiriyor bu gömleği?
Ağaçları kesmedim ki ben,
onlar beni yok etti.
Peki,
son bir soru.
Mezarının üstüne hiç yağmur yağdı mı senin?
Benim yağdı.
Yağıyor.
Üşüyorum Marla, kemiklerim donuyor.
Çürümüş çiçeklere bir arı konuyor.
Bir anı koyuyor.
Anılar bana baktıkça
gülüp dalga geçiyor.
Düşmekten korkmuyorum ben Marla,
zaten şu an düşüyorum.
Rüzgar çok sert.
Üstümü ört Marla,
çok üşüyorum.
Üşüyorum...


27 Ocak 2012 Cuma

-yor

Kafamı kesip yedim.
Tadı biraz bana benziyor.
Uykum geliyor sonra,
   kellemi tuttuğu gibi yatağa fırlatıyor.
Dünyanın en ağır kadını sırtımda oturuyor.
Delinin biri çakmağın ışığında bir şeyler karalıyor.
Yol gitgide daralıyor.
Ankara garından ayrılıyor bir tren
   dünyaya doğru ilerliyor.
Vagonlar bomboş.
Makinist raylara uzanmış
   çocuk gibi ağlıyor.
Balonlar patlıyor Nini
Şimdiki zamanın -yor eki tecavüze uğruyor
Bütün bunlar, hepsi,
   hepsi şu anda oluyor.
- Kelebek kozalanıp tırtıl olurken -

Bir bebek kusuyorum kucağıma.
Kanlar içinde kollarımda yatıyor.
Peki neden ağlamıyor Nini?
Ölmüş mü?
Ölmek nasıl bir şey peki?
Hiç kimse görmüş mü?
Bilmiyorum.
Ama düşünmeli her insan
   "Şimdi ölecek olsam
      gözümün önüne kimler gelir?" diye...

Sâhi,
   hazır ölmek demişken...
Neden birlikte bir yerlere gidip
   biraz ölmüyoruz?


25 Ocak 2012 Çarşamba

O Esnada

Vapura yetişmeye çalışanlar vardı o esnada.
Kimi işten eve dönecekti,
kimisi de buluşacağı sevgilisi tarafından terkedilecekti.
Elinde sevgilisine hediyesi,
aklında sevgilisi,
sevgilisinin aklında yeni sevgilisi...
Yetişmeye çalışıyorlardı işte, amaç:
bişeyler, bişeyler...
Başka bir yerde başka birisi
başka bir şehirde bir manavdan
biraz balık soğanı biraz da limon aldı o esnada.
Rakı, balık ve limonlu tahin helva.
Yaparlar bu sofrayı karı koca
her cumartesi akşamı.
Şarkılar, türküler, sevişmeler ve
bişeyler, bişeyler...
Haydarpaşa'da bir tren düdüğü
küçük bir çocuğu korkuttu o esnada.
Zaten hiç gelmek istememişti
teyzesini karşılamaya.
Sevmiyordu onu çünkü güldüğünde ağzı
çok büyük oluyordu.
Sesi de öyle bet ki,
"konuşarak bir adamı traş eder" diye düşünüyordu.
Ağzını kocaman açarak sarıldı çocuğa teyzesi sonra,
selamlaşmalar öpüşmeler ve daha bir sürü
bişeyler, bişeyler...
Bir kafede oturmuş kitap okuyan
genç bir kızı izliyordu o esnada
ayakkabı boyacısı.
Hayatın anlamını sandığında taşıyor gibiydi
ama rahatsız oldu kız ondan.
Gözlerini esirgedi.
Aşk geldi aklına boyacının.
Sevgi, mutluluk, huzur ve daha bir sürü
bişeyler, bişeyler...
Bu kadar farklı şeyler oluyorken o esnada
sen ve ben oturduğumuz bu masada
-ki dingildiyor sürekli
galiba bir ayağı kısa-
soğuyorken kahvemiz ve üşüyorken sigara,
bir sürü bir sürü seçenek varken o esnada...
...
Ne diye gidip de terketmeyi seçtin?


23 Ocak 2012 Pazartesi

Bir Keresinde



Bir keresinde kendimi öldürdüm,
canım çekti...
Canım çıkmadı.
Canımdan bir cenin çıktı.
Göbeğini kesip sevdiğim kadına verdim.
Cananım bir canıma baktı,
bir cenine baktı;
sonra da kanlı bir örtü üstünde
akşam yemeği yedik...


20 Ocak 2012 Cuma

Elma Çekirdeği

Renk ver bana.
Koku ver.
Masumiyeti öğret...
Önce aşık et beni kendine,
sonra aniden terket.
Elmayı çekirdeğiyle kaynat reçel yaparken.
Renk ver bana.
Koku ver.
Gerçek beni öğret...
Ekmek almak için, elinde karneyle
sıraya girdiğinde;
kaçarken ben polislerden seni gördüğümde,
gör beni.
Al götür evine, sakla, dua et.
Hüznünü anlat ve sal rengini, kokun üstüme sinsin.
Elma çekirdeği ol küçük kadın.
Sev beni.
Renk ver bana.
Koku ver.
Parmak uçlarını öğret.
Yağmurlu bir İstanbul'a uyanalım öğle vakti.
Çay ve simidi seviştirelim ağızlarımızda.
Utanarak bakalım birbirimize,
utanmadan sevişelim korkularımızda.
Tenini sil tenime,
ağlarken de gülebilmeyi öğret.
Sev beni.
Renk ver bana.
Koku ver...

Mathilda

Doğur beni Mathilda...
Kucağında uyandır beni.
Memelerinden irin aksın.
Bir belâ getir dünyaya,
seni üzenleri yarım bıraksın.
Kupkuru, çatlak topraklara damlayan dölden
kahverengi, zehirli dikenler donansın.

Büyüt beni Mathilda...
Serseri yetiştir beni.
Bize iyi diyenler kendinden utansın.
Öyle bir eğit ki beni; herkes sana orospu,
bana piç gözüyle baksın.
Sen kundaklarken bir bebeği,
ben bir ev kundaklayayım, cayır cayır yansın.

Sev beni Mathilda...
Koynuna al beni.
Bacaklarından kaynar sular boşalsın.
Öyle bir seviş ki benimle, sesimizi duyanlar kızarsın.
Döktüğümüz terler tenimizde karışırken,
uyuyan tüm komşular çığlığınla uyansın.

Öldür beni Mathilda...
Paramparça et beni.
Parmaklarından kıpkırmızı kan sızsın.
Bana vurduğun her bıçak darbesi
seni sevmeyenleri kanatsın.
Etimden yemekler yap, dağıt herkese.
Böyle güzel bir ölümü cümle âlem tatsın.


Raymond Dufayel

19 Ocak 2012 Perşembe

Yasal Uyarı: Devlet Öldürür!


"Sevgili günlük.

Hiçbir şey planladığımız gibi gitmedi. Oysa ki ilk bakışta her şey gayet güzeldi. Bu işi yapacak elemanları bile bulmuştuk. "Vatan millet sakarya" diyip gazı verdiğinde önüne geleni kesen tipler var ya, öyle gençlerdi bunlar. Ama işte, her şey tıkır tıkır işlemiyor. Mutlaka çıkıyor bir pürüz.

Biz nereden bilelim bir kaç kendini bilmez kolluk kuvvetinin bu elemanlarla hatıra fotoğrafı çektireceğini? Biz sanıyorduk ki cinayet işlenir, sonra biz 2 gün olmadan yakalarız failleri, herkes bizi alkışlar falan. Ama yok, çıktı bir kaç dengesiz işte. En az bizim tuttuğumuz elemanlar kadar saf çıktı bunlar da. Çok önemli bir halt olmuş gibi gaza gelmiş garipler. Ama olay bunların yüzünden büyüdü de büyüdü. Bir de daha önceden ihbar mı etmişler bir şey yapmışlar, bizimkiler de görmezden gelip "he he, bakarız tamam" diyip geçiştirmişler. E haberleri var tabi planlardan. Bunlar da ortaya çıkınca her şey boka sardı. Hep şu gazetecilerin yüzünden. Ne yaparsan yap, çıkıyor aradan bir kaç tane sivri. Hapse atıyoruz, aylarca boş yere tutuklu yargılıyoruz belki akıllanırlar diye, yok!! Yine sokuyorlar burunlarını bu işlere. Yok efendim silinen tapeler varmış, yok efendim karartılan kanıtlar varmış. Yahu gidin başka haber yapın, 3. köprüyle ilgili haber yapın mesela, bi ihale açtık kimse çıkmadı. Reklam olur hem! Neyse ki referandum ayağına bir sürü şey yaptık, yargıyı istediğimiz gibi şekillendirebiliyoruz. Yoksa zor kurtarırdık paçayı...

Gazetecileri toplamaya devam ediyoruz sevgili günlük, başka türlü kurtulamayız bu işin içinden. Ha bir de, neyse ki tetikçi olarak kullandığımız elemanların saflığında çok vatandaşımız var, her şeye rağmen bize "baba" diyorlar, "devlet baba" diyorlar. Onlar da olmasa ipe diziliriz yemin ediyorum. Eee onların bu halde olmasını da kenan paşa sağlamıştı, sağolsun. Koca toplumu böylesine pasifize edebilmek her babayiğidin harcı değildir, adam başardı bunu. Sırf şu gazeteciler falan sussun diye o adamı da yargılıyoruz ya, ben daha ne diyeyim? Neyse, onun sayesinde halkın vur kafasına al lokmasını. Rahatız. Bir şekilde yine unuttururuz biz bu Hrant Dink davasını. Gündemi meşgul edecek bir olay patlatırsak eğer, biraz da şu medya patronlarının kulaklarını çekersek, sokakta bin kişi de bağırsa halk televizyonda görmeyince bir şey yok zanneder. Şu Eurovision'da da iyi bir derece alınırsa kimse hatırlamaz bile... Bak gündeme, kaç medya organı Uludere'de yaptıklarımız yazıyor? Unuturlar, unuturlar...

Böyle işte sevgili günlük. Çok canım sıkkın bu aralar. Üstümüze çok geliyorlar. Korkuyorum bir gün herkes katil olduğumuzu anlayacak, koltuğumuzdan olacağız diye ama pes etmeyeceğiz elbette. Durmak yok, yola devam!

Ben şimdi gitmeliyim. Kendi işlediğimiz cinayetle ilgili alınan mahkeme kararı sebebiyle vicdanımızın rahat etmediğini falan söyleyeceğim. Kötü bir şeyler düşüneyim de yüzüm asık görünsün: "Ya abd bir gün bizi yarıyolda bırakırsa?"

Sevgiler, devlet..."

Raymond Dufayel

9 Ocak 2012 Pazartesi

Duvardaki Pürüzlerden Hayaller Kurmak

Bu ne karanlık bir gece.
Gökyüzü öksürürken boğazına kaçmış yıldızlar.
Bir arap ülkesinde bileğini kesmiş bir ece,
eski bir hançerin pası sızlar.
Vatansızlar ateş yakmış bir çölde,
içkileri özgürlüğü mayalarken bedende,
hilal düşmüş üstlerine,
durmamışlar.
Gözleri olmayan çocuklar mutluluk çığlıkları atarken,
bir yetişkin benliğini başkasına satarken
"höt" demiş çocuklara,
duymamışlar.
Büyük bir ağaç kan ağlarken tek başına,
bir yol kenarında,
dallarında insan bedenleri sallanırken;
Sormuşlar:
Nedir bu ölülerin günahı?
Yapraklarına mektup yazmış:
Herkes efendiye uymuş,
onlar uymamışlar...


5 Ocak 2012 Perşembe

Çok Üzgünüm Anne



Üzgünüm anne. Senin istediğin gibi biri olmayı istemediğim için çok üzgünüm. Keşke beni gerçekten anlayabilseydin. Ben kendimi hep anlattım sana, ama sen hep başka şeyler duymak istiyordun benim ağzımdan. Duymanı istediğin şeyleri söylemediğim için üzgünüm anne.

Ben böyleyim anne, beni böyle kabul et. Bir başkası olmamı isteme benden. Benim sadece bulunduğum topluma değil, bütün dünya sistemine karşı oluşumu, kendime özgülüğümü takdir etmeni bekledim hep. Sen ise hep benim sevmediğim örnekleri örnek gösterip acıttın canımı. Bir sürü şey yaşadım senden uzakta olduğum dönemlerde, bir sürü şey atlattım. Bir sürü dert çektim. Bir sürü kazık yedim. Aşağılandım, küçük düşürüldüm, kenara itildim, adam yerine konmadım. Ama en çok sen benim istediklerimi küçümsediğinde yanıyor canım. Hiç kimse acıtmıyor beni bu kadar. Çünkü ben 4 tarafı yalnızlıkla çevrili olan şu küçük dünyamda en çok aileme güvendim. Sen de bana güven istedim. Saygı duy istedim. Kendimi sana anlatmaya çalıştığımda "Ne diye doğurdum seni bilmem ki?" dedin ya hani, kaçtı ağzından, farkında olmadan. Hatırlıyor musun? Doğmayı ben de istemezdim ama artık çok geç, üzgünüm anne.

Benim farklı bir dünyam var. Senin gördüklerinin olmadığı, görmediğin şeylerle bezeli bir dünyam var. Benim böyle olmamın sebebi sen değilsin, babam da değil. Ben böyleyim, farklıyım. Çevrendeki insanlar gibi değilim, olamam da. Mutlu olmamı istiyorsun ama ben öyle mutlu olamam anne. Benim mutluluğum ne biliyor musun? Hani sana söylediğimde burun kıvırıp küçümsediğin şey: Özgürlük... Özgürlüğüne düşkün bir adam olduğum için çok üzgünüm anne.

Okulu bıraktığım için üzgünüm. Bitirmemi istediğin bölümden mezun olmayıp, olamayıp; öğrenim hayatımın boynunu kestiğim için özür dilerim. Sistemi reddettiğim için, bir parçası olmayı istemediğim için, senin deyiminle "Sülalede üniversite mezunu olan ikinci kişi" olmayı teptiğim için çok üzgünüm anne. Ben böyle bir hayat istemiyorum.

Uzun süre çalıştığım işi bırakıp eve döndüğüm için de çok üzgünüm. Hani sana anlatmıştım ya, "Yaptığımız şey apaçık dolandırıcılık, ben bunun parçası olamam daha fazla" diye. Hani sen de demiştin ya "Kafalarını çalıştırsalar da size inanmasalar, senin bir suçun yok" diye; sırf para kazanmam için insanların duygularını ve emeklerini çalmamı mübah görmüştün ya... Ben öyle göremediğim için çok üzgünüm anne...

Gidip sigortalı bi işte çalışmadığım için, bir hiç uğruna kodaman patronlara kölelik yapmayı reddettiğim için, hayalimdeki şeyleri yapmaya uğraştığım için üzgünüm. Olmak istediğim kişi olmaya çabaladığım için çok üzgünüm anne.

Devlet denen ve benim reddettiğim bir kurum tarafından zorla ömrümün bir kısmının çalınmasını, silah altına alınmayı, silah tutmaya mecbur bırakılmayı, başka bir insanı öldürmeyi, komutanlar tarafından aşağılanmayı, dayak yemeyi, yine onlar tarafından sana küfür edilmesini reddettiğim için, bu reddim yüzünden yargılanıp hapse gireceğim için üzgünüm. Özgürlüğümü istedim diye işkenceye uğrayacağım, hakaretlere maruz kalacağım, sindirilip susturulmaya çalışacağım için çok üzgünüm anne. 

Kazara bu yazı okunduğunda türk ceza kanununun 318. maddesi uyarınca halkı askerlikten soğutma sebebiyle hapse atılacağım için, fikirlerimi ve düşüncelerimi insanlarla paylaştım diye suçlu sayılacağım için, barış sevdalısı olduğum için üzgünüm anne.

Maddi dünyadan kendimi soyutladığım, toplumun geri kalanı gibi itaat edip "çalış,kazan,tüket" kombinasyonlu kısır döngüye dahil olmadığım, doğaya ve doğallığa aşık olduğum için özür dilerim.

Senin beni doğurduğun günkü o çırılçıplak masumiyetimi geri kazanmaya, insan olmanın hakkını vererek insan gibi yaşamaya, hiç kimseye bir zararım dokunmadan gelip gitmeye çalıştığım için üzgünüm anne. Çok üzgünüm.

Hayal ettiğin evlat olamadığım için özür dilerim. Beni affet.


Raymond Dufayel

3 Ocak 2012 Salı

Cemre...

(Tavsiye: Okumaya başlamadan önce mutlaka linke tıklayın, şarkı da eşlik etsin.)




Birinin gitmesi gerekir bazen. Hiç istemezsin ama bu olmak zorundadır. Yağmur yağar. Bulutlar yüzünü asar ama olacak olan şeyleri değiştirmez hiçbir gözyaşı. Bir deniz kenarında bulduğun mutluluğu, bir tren istasyonunda uğurlarsın sonra. İçten içe kızarsın ona, “Gitme!” dersin. “Gitme, lanet olsun gitme!! Uzakları getireyim senin ayaklarına ama sen gitme!

2 Ocak 2012 Pazartesi

Çağrı


dudakların çok güzeldi ama ben dudaklarını sevmedim hiç.
gülümsemeni sevdim.
simsiyah gözlerini değil, gözlerinle anlattığın masalları sevdim.
gözaltı torbalarını sevdim.
kırışıklıklarını.
tenini değil, kokunu sevdim.
sen pencereden dışarıyı izlerken yağan yağmuru sevdim mesela.
ya da yatağımda yattığın yerin sıcaklığını sevdim.
sevdim işte ne bileyim...
dudaklarında arta kalan kahve aromasını,
ölmek isteyip de ölemeyişini,
"neden yaşıyoruz sence?" diye sorduğumda
"duramadığımız için yürüyoruz." diyişini sevdim ben.
sürekli yanıbaşımda olmana rağmen
aslında hiç var olmadığın gerçeğini sevdim.
varlığına hasretimden yokluğunu sevdim hep.
ama şakanın da bir sınırı var, gelsene artık?