29 Şubat 2012 Çarşamba

Hayat, seni lanet olası federal!

 ten kokunda Küba karizması
eski Sovyet şarkıları sesin.
müşterisi kıt bir barın
hep boş kalan iskemlesi.
 
        - Aşk değil bu bizimkisi, Guantanamo işkencesi.


- aşkatrazdan sahil ikibuçuk kilometre
            Frank Morris'e selam olsun -


sorumluysak, sorunluyuzdur biz;
sorumsuzsak sorunsuzuz.
kavruk bir yaz sabahı
bin 9 yüz 50 dokuz Cadillac'la
hayatlarımızdan kaçarız.

        - Telaşlanma kadın, Meksika sınırını bir geçersek rahatız.


Raymond Dufayel

Yüksek bir yerlerden alçak bir yerlere altasak ya bazen?

Kesif demir kokusunda balkon demirleri, paslıdır hani.
Süet bacaklı kadın, menekşe yaprağı dokusunda teni.
Her fırsatı kaçırdı, kaçırmadı son treni.
Aşk olsun anlambozan tüm tam uyaklara,
sela mulamaları nefendisi...

Tarih atmak gerek bazı günler,
şöyle epey yüksek bir yerden..
Kuru pamukla fasulye çimlemek.
Sevişmeden çocuk döllemek.
Sırf inat olsun diye yanlış otobüsün durağında beklemek.

Ve artık şiir yazarken uyakları siklememek...

Ben sana bunları hep okumuşsum meğerse...
Ama sigaranı ağzında unutmuşsun,
külleri memelerine düşmüş.
Bir gözün kapanmış, diğeri açık.
Bakışın istavrit kadar ölü.
Nabzın bir ölü kadar ölü.
Bir ölünün ölebileceği kadar ölmüşsün.
Her ölünün ölemeyeceği kadar çok ölmüşsün.
Sigaranı da ağzında unutmuşsun zaten,
külleri memelerine düşmüş.

Vereyim mi sigara?



Raymond Dufayel

21 Şubat 2012 Salı

Travma

Boyası akmış eski bir otel odasına sinen ağır rutubet kokusu
ve pantolonumun cebinde yürüyüşüme ritim tutan bir kaç mâdenî para.
Tozla kaplı aynanın camındaki tırnak izleri öyle bâriz ki,
bir kadının nârin parmaklarının vahşiliğine uzanıyor çizgiler.
Yerdeki kırık şarap şişesinde bir târih var.
Tam okuyamıyorum amaaa...
Bindokuzyüzaltm...
Offf!
Her şey bulanık...

12 Şubat 2012 Pazar

Mizacım Böyle

Yağmur soslu bir dilim güneş.
Sokaklarda fahişeler,
    elbiseleri leş.
Belli ki sevmiyorlar aynaları.
Ve müşteri olarak bile almıyorlar aynasızları.
4 yanımda dört duvar.
Çepeçevre orman her yanlarım, çok büyük.
Öyle büyük ki, nerden baksan
seni ilk sevdiğim günden
    bugüne kadar...
Biraz tozlu bugün ayakkaplarım.
Dört yanımda 4 duvar.
Tütün havası, kitap kokusu,
    masada çürümüş bir çiçek
        ve ben varım.
Bir de terkedilmişliklerim  var benim.
Sevilmemiş, üzülmüş, unutulmuş, ağlatılmış
liklerim, lüklerim, luklarım ve lıklarım.
Bir sürüler, kumbaramın içinde.
Gelmeyeceğini bilirim bilmesine de
    yine de beklerim.
Rüzgar eser, tuz kokar, martı sesi ısırır kulaklarımı,
    İstanbul öper yanaklarımı;
        kız kulesi saplanır böğrüme.
Sonra uyanırım,
    çay suyunu koyar,
        fırından sıcacık simit alır gelirim;
    kahvaltıya seni beklerim.
Ama gelmeyeceğini bilirim.
Benim mizacım böyle...


3 Şubat 2012 Cuma

Ölmeden önceki son 10 dakika

Elimde boş bir ilaç kutusu. Galiba uyku hapıydı. Yere sırtüstü uzanmışım, ışıklar kapalı. Yağmur yağmıyor. Böyle sahnelerde hep yağardı, filmlerde hep öyleydi. Ama gerçekte öyle değilmiş demek ki, hiçbir bok yağmıyor gökten...

Karanlık. Kanıma karışan ilaç hafif mide bulantısıyla birlikte baş dönmesini de getiriyor. Bir arabanın farı penceremin gölgesini tavanın bir yanından diğerine taşıyor. Gördüm, gözlerimle gördüm, eminim; hayır ilacın etkisi değildi. Gerçekle hayali birbirinden ayırabiliyor olmasam sana şu koltukta oturan, bacak bacak üstüne atıp sigara içerek beni izleyen kadını da anlatırdım!!!

Bir şarkı çalıyor beynimin içinde...

"One pill makes you larger and one pill makes you small."

Ya koca göğüslü obez bir kadın dünyayı kavramış sımsıkı sarılıyor, ya da çürük dişleriyle sırıtan iğrenç bir herif koca dünyayı kucağına almış bir güzel beceriyordu. Yoksa yeryüzü neden bu kadar sallansındı? Düşünürken bile di'li geçmiş zaman eki kullanmaya başlamıştım. Bir kum saati var, üst haznedeki kum akıp duruyor ama hiç azalmıyor...

"And you've just had some kind of mushroom and your mind is moving slow."

İnsan 5-10 dakikaya kalmadan öleceğini bildiğinde ne hisseder?  Ne düşünür? Lanet olsun, ölmek üzereyim ve son olarak aklıma gelecek şeylerin ne olması gerektiğini düşünmekten başka bir şey düşünmüyor bu aptal beynim... Ayrıca otorite için yavrusunu öldüren bütün erkek aslanları okyanusun ortasına atmak istiyorum!!!

Şarkı gitgide yükseliyor. Sanırım bu tanrının sesi ve bana "Gel bakalım, hesaplaşma vakti" diyor...

O şarkı da şöyle bir şey işte: