25 Haziran 2013 Salı

Bira Güncesi ve Bir Takım Sarhoşluklar

Sana büyük kapılar açıyorlar.
Yüzlerine bakmıyorsun.
Bileklerin kuş kanadı,
Ha kırıldı ha kırılacak!
Seni salona alıyorlar.
Sigaranı yakmıyorsun.
Baktığın yer sessiz siyah.
Nereye baksan orası suskun.
Kadehinde deniz köpüğü,
Tırnaklarında sanatçısı bilinmeyen şarkıların tıkırtıları.
Bir kadın,
başka bir kadın,
bir başka kadın;
kendini özgürce dağıtabileceğin kadar kadın.

- Öptüğümüz hayatların miktarınca varız, öp! -

Bir ağacın şarkı söyleyişini anlat onlara.
Beni anlatma sakın.
Ben tahta masayı kazıyorum tırnağımın ucuyla,
nedeni yok.
Huzursuzluğuma bir kürek daha kömür atıyorum,
bunun da nedeni yok.
Nedenin olsun.
Ayaklarını ısıtsınlar, mevsim mühim değil.
Cennetçil bir isim sana rakı doldursun.


-  Ayrıca aklında bulunsun, "Git" denince küsmem. -



***





Akşam vaktiydi. Bu şiiri yazmamın üstünden yaklaşık 9 saat geçmişti. Sarhoştum. Elimde bira şişesiyle İstiklal'den Taksim'e doğru ayaklarımı sürüyordum. Hava çok dişiydi, tatlı bir sıcaklık sarıyordu insanın bedenini. Ben tek başıma yürüyordum. Daha doğrusu yol ayağımın altından geriye doğru akıyordu, ben belirsiz bir noktaya bakıyordum yalnızca. Ara sokaklardan kahkaha sesleri geldi. O tarafa yöneldim. Bir barda ibnelerin partisi vardı. Bara sığmamışlar, kapının önüne taşmışlardı. Yandaki tekelden iki bira daha aldım. Bir sigara yaktım, biralardan birini açıp büyük bir yudumu mideme indirdikten sonra ibnelerin yanına gittim. Rengarenk ve neşelilerdi. Gidip kaldırımın kenarına, yanlarına oturdum. Onlar bana umursamazlıklarından ikram ettiler, ben onlarla biramı paylaştım. Orada ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum. İçeriden sürekli birileri içki getiriyordu. Elimize tutuşturulan bardakların içinde ne olduğunu bile sormadan kafaya dikiyorduk. O kadar sarhoştuk ki ne içtiğimizi içtikten sonra da anlayamıyorduk. Bir ara kusacak gibi oldum. Neyse ki kusmuğumu geri yutmak konusunda tecrübeli pisliklerdenim, bir sorun olmadı. İçmeye devam ettik. Biraz daha oturduktan sonra zar zor ayağa kalkıp, eve gitmem gerektiğini söyledim. Yola nasıl koyulduğum, eve nasıl ulaştığım konusunda pek fazla fikrim yok. 2 odadan ibaret evin bana ayrılmış olan odasına geçip uzandım. Bir süre sonra beni binbir ısrarla İstanbul'a davet ettikten sonra bir anda benden nefret etmeye başlamış olan ev sahibesi Gizem geldi. Yanında Aziz vardı. Ben sanki yokmuşum gibi davranıp yan odaya, Gizem'in odasına geçtiler. Gözlerimi kapattığımda her şey dönüyordu, kulaklarım uğulduyordu sürekli. O uğultunun arasında Gizem'in kesik nefeslerini duydum önce. Bu sesler çok geçmeden yerini inlemelere bıraktı. Evde sigara içmek yasaktı ama şu noktada kova yapsam kimsenin ruhu duymazdı. Sigaramı yakmayı düşünmemle sigarayı yakmam arasında geçen 10-15 saniyelik sürecin neredeyse tam sonunda sesler kesildi.

Aziz erken boşalmıştı.

Sigarayı ne zaman söndürdüğümü hatırlamıyorum, sızmışım.




...

Ertesi gün İstanbul'daki 5. ya da 6. günümdü, artık günleri takip etmek gibi sıkıcı şeyler yapmıyordum. Yapılacak daha sıkıcı şeyler vardı. Karanlıkta tek başıma oturuyordum. Boş bira şişeleri başımın ucunda kıyam halinde beni izliyorlardı. Evde sigara içilmesi yasak olduğu için pencereyi açıp mum yaktım. Mumu geri söndürdüm. Süzülen dumanını burnumdan ciğerlerime çektim. Sonra mumu tekrar yaktım. Sigaranın ucunu mumun ateşine değdirip derin bir nefes daha çektim içime. Atmosferi ciğerlerime sığdırabilirim gibi geliyor bazen. Ama çok canım acıyor bazen öksürürken. Kaçıncı biraya geçtiğimi hatırlamıyordum, artık onu da saymıyordum.
Ankara'ya dönüş biletimin parasını kenara ayırmış, artan tüm parayla bira almıştım. Kapının açıldığını duydum. Gizem eve belalı kolisi Merve'yi getirmişti. Merve ayakkabılarını çıkardıktan sonra odanın kapısından bana baktı. "Hoşgeldin" dememe fırsat kalmadan Gizem Merve'yi kolundan tutup odasına götürdü. Giderken bana nefret dolu bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Bir bira daha açtım. Aradan yaklaşık 5 dakika geçtikten sonra yan oda yine sesler sunmaya başladı bana. Merve'nin Gizem'e sürtünen bedeninin sesini duyabiliyordum. Nefeslerinin kesilişini, inlemelerini dinlemek zorundaydım. Kaçabileceğim bir yer yoktu. Tadını çıkarttım. Gizem'in sevişirken çıkarttığı sesleri bir önceki geceden öğrendiğim için hangi sesin, hangi inlemenin kime ait olduğunu ayırt edebiliyordum. Merve'nin boşalmasıyla biramın son yudumu aynı ana denk geldi. Bir bira daha açtım. Onlar sevişmeye devam ettiler, ben içmeye devam ettim. İstanbul'daki son gecemde yan odamda deli gibi sevişen iki kadını dinleyerek kafayı çekiyordum. Gizem ve Merve'nin birer kere daha boşaldıklarını hatırlıyorum, sonrasında yine sızmışım.

Bir kaç saat uyuduktan sonra saat 5 gibi telefonumun alarmıyla uyandım. Mutfağa gidip kahve yaptım. Gizem ve Merve uyurken çantamı topladım. Gizem'in kitaplığından bir kaç kitap çalıp çantanın kenarına sıkıştırdım. Bu benim intikam alma yöntemimdir, kitap çalarım. Saat 6 gibi evden çıkıp tekrar yola koyuldum. Sürekli bir yerlere gidip geri dönmek zorunda kalan bir adam olarak yola koyulmaya epey alışkınım. Biletimi aldıktan sonra bir parka oturup sigara yaktım. İstanbul'u katlayıp aklıma koydum. Tek başıma gittiğim şehirden tek başıma geri döndüm. Ve yine nasıl bir lanettir ki, otobüs kaza yapmadan sağ salim Ankara'ya vardı.

Şehirlerarası yolculukların en güzel yanı gerçekleşme ihtimali olan o mükemmel kazayı ağır çekimde gözünde canlandırıp o anı beklemektir.


Beklemeye devam...

1 yorum:

  1. Sıcak havayı dişi olarak tabir etmek enfes olmuş! Biraz da yeraltı edebiyatı atmosferi var. Ellerinize sağlık!

    YanıtlaSil