28 Ocak 2012 Cumartesi

Üşüyorum Marla

Sudaki yosun kokusu Marla...
Yutunca genizden gelir hani.
Çürümüş pamuklarla kaplı
bir prensesi eli.
Ziyafet masasında yatan
genç bir erkek cesedi.
Kapat lâmbayı Marla...
Beni kimse görmemeli.
Ölmeli meselâ bâzen.
Düzenli olarak hem de,
şöyle doyasıya ölmeli.
Kendi cesedimizin etini dişlemeliyiz.
Tırnaklarımızı kara tahtaya sürtmeli.
Dişlerimizi gıcırdatıp
düşlerimizi becermeli.
Bir şeftalinin tüylerine sakla beni Marla...
Silgilerle yazılar yazıp
kalemlerle silmeli.
Kim bu deli?
Kaç kişiyim ben?
Nasıl bomboş oluyor ki odam
böyle kalabalıkken?
Martılara simit atan o kadın ol Marla.
Ben de hiçbir martı tarafından yenmeyen bir
simit parçasının dışlanmışlık hissi.
Nedenleri bulup da mı sonuca gitmeli,
sonuca varınca mı nedenleri görmeli?
Kim giydiriyor bu gömleği?
Ağaçları kesmedim ki ben,
onlar beni yok etti.
Peki,
son bir soru.
Mezarının üstüne hiç yağmur yağdı mı senin?
Benim yağdı.
Yağıyor.
Üşüyorum Marla, kemiklerim donuyor.
Çürümüş çiçeklere bir arı konuyor.
Bir anı koyuyor.
Anılar bana baktıkça
gülüp dalga geçiyor.
Düşmekten korkmuyorum ben Marla,
zaten şu an düşüyorum.
Rüzgar çok sert.
Üstümü ört Marla,
çok üşüyorum.
Üşüyorum...


2 yorum:

  1. Yine de umudun bir yerinden tutmaya çalışıyorsun ya, ona hayran kalıyorum.
    Ve şurada tamamıyla hemfikiriz;
    "Dişlerimizi gıcırdatıp
    düşlerimizi becermeli."

    YanıtlaSil
  2. Umut da bir tür fahişe aslında... Paran olmadıktan sonra sadece uzaktan bakıyorsun.

    YanıtlaSil